25 Kasım 2010 Perşembe

Lanetlenmeyi ve affedilmeyi boşverin, bizler Tanrının sevmediği çocuklarıyız

Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini-nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren-öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor. (...) Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.’
Fazla ağır olduğunu düşündüğün bu bedeli ödemek istemiyorsun artık. Bu yumuşak dehşetin baskısına daha fazla karşı koyamıyorsun. Kendinden usulca vazgeçiyorsun. Kendinden, bilincinden, epey bir zaman dünyanın merkezi olduğunu varsaydığın konumundan el çekiyorsun. Dünyanın selameti için vazgeçilmez bir unsur değilsin. ‘Yaratılmışların en şereflisi’ olmadığını biliyorsun artık. Bu çılgın hızdan, bu çılgın hızın senden bağımsız olarak almış olduğu gidişattan korkuyorsun. Korku tüm hücrelerini ele geçiriyor. İçinde, kanına kardeş dolaşan bir şey oluyor korku. Yapacak tek bir şey kalıyor senin için: yenilgiyi kabul etmek. Kabul ediyorsun. Dünya üzerindeki yerini, konumunu, koordinatlarını tekrar belirliyorsun. Mağlupların sinikliği var üzerinde. Kaybetmişlerin çaresizliği. Her yanına sinmiş çıkışsızlığın ağır kokusu. Dünya senin etrafında dönmüyor artık.
Peki ben kim mi oluyorum? Hiç kimse olmuyorum. Bu söylediklerimi nerden mi biliyorum? Kahin söyledi. Yirminci yüzyılın en büyük kahini: Sinema.
Modern yaşamın sorunlarına çözüm bulan bir çok ‘Şey’in var. Kanepe sorununu çözdüğünü düşünüyorsun. Oldukça saygın bir gardırobun var. Kaliteli bir müzik setine sahipsin. Yin Yang desenli kahve sehpan oturma odana ihtiyacı olan farklılığı getirdi. Ne tür bir yemek takımının kişiliğini yansıtacağını biliyorsun. Eve kızgın ve sıkıntılı geldiğin zamanlarda daireni temizliyorsun. İskandinav mobilyalarını cilalıyorsun. ‘Şeyler’le tam olarak çevrilebilmen için az kaldı. Yakında tamamlanacaksın. Bir süre sonra hayatta kalma oranın sıfıra inecek ama sen o an gelinceye kadar satın almaya devam edeceksin.
‘Şeyler’in etrafında kalabalık oluşturduğu bir merkezsin sen.
‘Şeyler’ dünyasına bağımlısın. O güler yüzünün yansıyacağı parlak ‘Şeyler’e ihtiyacın var. Boşluğa, tamamlanmamışlığa tahammülün yok. Sen eşya katalogu müptelasısın. Telefonla sipariş dünyasının bir parçası. Kablolu her oyunda(fax, lap-top, telefon...) oynamak isteyen bir gönüllüsün. Sen bir ölüsün. Sen insanı öldürürsün. SÜN. SÜN. Sünepesin. Süngersin. ‘Şeyler’i emen emen emen ve ‘Şeyler’ tarafından emilen doymak bilmez bir süngersin. Sürgündesin. ‘Şeyler’in soğuk ve ele geçirici dünyasının sayısız sürgününden birisisin. Sürgünlüğünü seçme özgürlüğü zanneden bir süzmesin. Ah! Sen, beni kelime oyunlarına mecbur edensin.
Efendisin. Kölesin. Bir çok ‘Şey’e sahip olan bir efendisin. Sahip olduklarının sonunda sana sahip olduğu bir kölesin.



(Fight Club)


PinkScent

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Comments system

Disqus Shortname